#cem akaş
Explore tagged Tumblr posts
Text
1. bir ilişki ilişmekle yetinmemelidir. kıyıya, köşeye, ucuna veya kenarına oturmakla, oturuyormuş gibi yapmakla gemi yürütülmez. üzerine oturulacak şey süngü bile olsa, tam anlamıyla oturmak şarttır.
2. ıslak olmayan bir ilişki düşünülemez.
3. aslında ilişki diye bir şey yoktur; her şey palavradır. iki insan ancak birbirlerine ilişmedikleri sürece birbirlerini yaşatabilir. birlikte değişim bir ortaçağ yalanıdır.
4. olmuyorsa olmuyor kuralı: kelek kavuna şeker serpmek kadar anlamsız bir hareket daha bulunabilir, ama bu zor olacaktır.
5. herkesin kavun yerine ayva yemeye hakkı vardır.
6. duvar çentiklerinin gölgesinin derin olacağı unutulmamalıdır.
7. söylenmeyen söz ağırlaşır.
8. herkesin kendine ait bir karanlığı olması gerektiği, tartışılmaz bir gerçektir.
9. bir ilişkide gerçek diye bir şey yoktur. dolayısıyla kaç kilo ettiği bilinemez.
10. avukatlar ve polisler, sevgiyi mülkiyet kanunlarının hükmüne sokmakta başarısızlığa uğramaya mahkumdur.
11. bedenlerin birbirine alışması söz konusudur. bu, beyinler için de geçerlidir. bu konuyla küçük mavi cinler ilgilenecektir.
12. acı çektirme sanatı gün geçtikçe ilerlemektedir.her ilişkinin amacı, bu sanatı kusursuzluğa ulaştırmak için çabalamaktır.
13. her insanın duvarları vardır. her duvarın gedikleri vardır. ilişkide dürüstlük, insanların birbirlerine verdiği ve bu gedikleri gösteren haritaların doğruluk derecesiyle orantılıdır. orantı sabiti 1.7’dir.
14. duvarlara işemeyiniz.
15. her insanın paspas olmaktan sıkılmaya hakkı vardır.
16. beklemek erdem değil, çaresizliktir.
17. insan temelde yalnızdır. üst katlar için kesin bir şey söylenemez.
18. yalnızlık paylaşılmaz. paylaşılırsa raconu kalmaz.
19. erken kalkanın kahvaltıyı hazırlaması, uzun vadede bir ütopyadan ibarettir.
20. in the long run we are all alive.
21. insan tek başına da sıkılabiliyorsa bu becerisini geliştirmelidir.
22. aslıda ilişki diye bir şey vardır. her şeyin palavra olması hiçbir şeyi değiştirmez. aşk her ilişkide bir olasılıktır. yaşam da her ilişkide bir olasılıktır. dolayısıyla aşkın ne olduğu bilinmemekle birlikte yaşam aşktır. bu madde, 3. maddeyle çelişmez.
23. diğerinin bokunu temizlemek, aşkın varlığını kanıtlamaz. diğerinin aşkını temizlemek, bokun varlığını kanıtlar.
24. metal yorgunluğu, uzun süre sıkılı kalan bir vidanın ya da bükülü duran bir levhanın yorulup kırılması gibi bir şeydir. aynı paralelde ilişki yorgunluğundan söz edilebilir.
25. ilişki, il-iş-ki değildir. fazla mesai ücrete tabi değildir. görev bilincinizi götünüze sokunuz.
26. ilişkilerde eşzamanlılık olanaksızdır. herkesin zamanı kendine göre işler. ortada tek bir dağın olması, değişik açılardan bakıldığında değişik şeyleri görüldüğü gerçeğini değiştirmez.
27. rüyalar, anılar kadar önemlidir. tabiri caizdir.
28. herkes kendi efsanesini kurmak ve yaşatmakla yükümlüdür. ancak bireysel efsaneler var olduğunda ortak bir efsane oluşturulabilir.
29. dil, iletişim kurmak için başvurulacak son amaçlardan biri olmalıdır. bir çelişki gibi görünse de konuşmak şarttır. bu, koklaşmanın ve telepatinin önemini hiçbir şekilde yadsımaz.
30. yolların uzun ve ince olması, üzerlerinde gündüz-gece gidilmesini gerektirmez.
31. her son’un nasıl olacağı en başından bellidir.
32. eğer bir ilişkinin bitmesi mümkünse bitecektir.
33. bunun birinci manifesto olması, ikinci bir manifestonun olmayacağı anlamına gelmez.
eserin başına git
bir ilişki nasıl olmalıdır birinci manifesto, cem akaş, 7, altikirkbeş yayınları, aralık 1992 1.baskı
2 notes
·
View notes
Photo
. "Yıl 1997 olmalı. Oktay Rifat öleli neredeyse 10 yıl olmuş; ben YKY'de çalışıyorum, o sıralar Oktay Bey'in bir kitabını basmışız. Bir gün telefon çaldı, Hür FM'den arıyorlar, "Oktay Rifat ile söyleşi yapabilir miyiz?" diyor karşımdaki ses! İki saniye içinde adrenalim tavan yaptı, "Tabii," dedim, "ben şairimizle görüşeyim, ne zaman uygun olduğunu size bildiririm." Telefonu kapayıp Cenk Koyuncu'nun yanına gittim, o da o sırada YKY'de çalışıyordu. Durumu anlattım, "Senin ev telefonunu vereceğim, akşam seni arasınlar, Oktay Rifat diye konuş," dedim. Cenk böyle numaralara bayılırdı, üstüne atladı tabii. Ben Hür FM'le yeniden konuştum, söyleşiyi teyit ettik, başladık beklemeye. Akşam gerçekten de aradılar Cenk'i, o da boğuk (ve galiba biraz alkollü) bir sesle Oktay Rifat gibi döktürdükçe döktürdü, yanlış hatırlamıyorsam, "Size bir şiirimden birkaç dize okuyayım," diyip bir Cenk Koyuncu şiiri okudu filan. Röportaj Hür FM'de iki-üç kez döndü, neden sonra birileri aydı, yayından kaldırıldı. Tabii olay gazetelere yansıdı, söyleşiyi yapan radyocuya maalesef kapıyı gösterdiler. O kısmına üzülmedik değil, ama yani! Sonra o programı yapanlar yayınevine de geldi. (başlarında Aydın Tönel vardı), biz, "Kusura bakmayın, şahsi bir şey değildi," dedik, onlar da, "Tamam çok mesele değil," dediler, tatlıya bağlandı." syf.212 Cem Akaş metinlerini severim, bol deneysel ve keyiflidir benim için. Son Kişot'ta daha önce okuduğum öyküler de vardı, okumadıklarım da. Ama en çok araya sıkıştırdığı böyle kısa hatıralar bölümünü sevdim. Keşke bir anı kitabı ya da kendisiyle yapılan bir nehir söyleşi olsa da okusak. #cemakaş #sonkişot #canyayınları #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #okumahalleri #oktayrifat https://www.instagram.com/p/CmkKG9XNwRH/?igshid=NGJjMDIxMWI=
2 notes
·
View notes
Photo
İse, Ki Değil (Nadüz Yazılar) - Cem Akaş Yapı Kredi Yayınları | 25TL | #orabooks #okumak #kitap #book #books #turkey #istanbul #kadıköy #moda #sahhaf #klasik #classic #koleksiyon #şiir #yazar #edebiyat #şair #kütüphane #roman #sahaf #söz #okumak #kitaplık #orabook #bookstore #nadirkitap #literature #isekideğil #cemaktaş https://www.instagram.com/p/B_nojWIg5z5/?igshid=1nvd5lsxoe95u
#orabooks#okumak#kitap#book#books#turkey#istanbul#kadıköy#moda#sahhaf#klasik#classic#koleksiyon#şiir#yazar#edebiyat#şair#kütüphane#roman#sahaf#söz#kitaplık#orabook#bookstore#nadirkitap#literature#isekideğil#cemaktaş
0 notes
Text
Yuvarlak delikleri küplere tıkamaya çalışmak olarak özetliyorum çabamızı ve istifa ediyorum imzamı taklit ederek.
Cem Akaş-7
1 note
·
View note
Photo
ÖZEL BÜRO TUMBLR BLOG /// Medyascope /// Mirgün Cabas ve Can Kozanoğlu, Cem Akaş ile yazarlık ve yayıncılık üzerine konuşuyor http://dlvr.it/QvCKzB
0 notes
Text
The History of Robert College
It may be surprising to many people today that the first continually running American college outside the US was founded in Istanbul, way back in 1863. Its birth was linked to major trends of the time, such as Western missionary activity in the Ottoman Empire. But there was also an element of coincidence: if philanthropist Christopher Robert had not traveled to Istanbul and seen a boat in the Bosphorus, this school might never have appeared, and perhaps the intellectual face of Istanbul and Turkey would have turned out differently.
The History of Robert College
The boat had come from the bakery of Cyrus Hamlin, an American missionary based at the Bebek Seminary. One aim of this bakery, as well as feeding the poor, was to raise money for the establishment of churches. Christopher Robert asked about the boat and decided to visit Hamlin. Together they formed the idea of creating an American Christian college in Istanbul. Despite this religious emphasis, the college was open to all. In his memoir “Among the Turks,” Hamlin calls the college “a great success in gathering students from eighteen nationalities, from twelve languages, and from all the religions of the East.”
In its original form, Robert College was an all-boys’ school close to the seminary in Bebek. Meanwhile, the American College for Girls was founded in Fatih in 1871, and by 1914 it had moved to Arnavutköy, close to Robert College. Following the spirit of the times, the two schools merged into a co-ed in 1971 on the Arnavutköy campus, keeping the name Robert College. The college’s first building in Bebek became the campus of today’s Boğaziçi University.
One of the reasons for these mergers and migrations was the school’s popularity, which forced it to find larger premises in the city. The refined families of the Ottoman Empire were eager to give their children a Western education with an emphasis on English-language tuition. And Robert College opened many doors in Turkey, creating the country’s first medical school for women and the first student council.
Alumni
A glance at the list of Robert College alumni is enough to understand parents’ enthusiasm: along with two Turkish prime ministers, two Bulgarian prime ministers, and one Nobel Prize winner, the college has fostered countless businesspeople, academics, writers, and scientists.
The most famous of these internationally is Nobel Prize winner Orhan Pamuk, whose memoir “Istanbul: Memories and the City” devotes a chapter to his time at the college. Although he paints himself as an outsider, as is the experience of many writers, Pamuk also admits, “I loved getting lost in the low-ceilinged labyrinths of the library built by the American secular Protestants who had founded the college, breathing in the pungency of old paper”. But Pamuk was not the first Robert College alumnus to dazzle the nation with his literary talent. To take an early example, female student Halide Edib earned the Order of Charity from Sultan Abdülhamit II when she was only 15 years old, graduating from the American College for Girls in 1901. When Edib’s husband decided to take a second wife, she divorced him and wrote a novel about a woman who abandons her husband to live with the man she loves. Her pioneering of feminism among Ottoman woman coexisted with her support for Turkish nationalism. During the Allied occupation of Istanbul after World War I, Edib left to join the nationalist movement in Anatolia. Along the way she reached the rank of sergeant in the nationalist army and cofounded Anadolu Ajansı, which is still the state-owned press agency today. From 1950 to 1954, by which time she was in her 60s, she served as a member of parliament for İzmir, finally passing away in 1964. This remarkable figure left behind her a wealth of novels, stories, journalism, and memoirs, as well as a life story, fit for a Hollywood film.
Celebrating the 150th year
The college marked its 150th year in 2013, celebrating this milestone with an exhibition at the Istanbul Research Institute. Writer, translator, and Robert College alumnus Cem Akaş was the exhibition’s curator, and his book “Tepedeki Okul” (The School on the Hill) is set to be the first on the subject in Turkish. “I was a boarding student at Robert College from 1979 to 1986, and I can confidently say that it was more of a defining experience for me than university,” Akaş told The Guide Istanbul. “The facilities offered by the school were more modest in our day – though they were far above the average in Turkey – the campus and library still occupy an unforgettable place in my mind. The physics, chemistry, and biology labs were also very good, and I can say that I learned about scientific thought thanks to them.”
Akaş also sees a definite link between his school years and his current success in the literary world. “As for the English program, the literature curriculum went beyond language learning, which was satisfying for me. Robert College has been very helpful to me as a publisher, writer, and translator. I learned to be curious about disciplines there, and this made it easier for me to make different conceptual connections. Having such intimate contact with English also made many things easier in life.”
Another Robert College alumnus who made waves in the cultural arena is a theater actor and director Haldun Dormen. Being part of an active theater group at Robert College was a source of support in his early ambitions. “I have a very nice memory of the play ‘Campus Follies’ from that time. We had a very harsh disciplinarian, Professor Allen. His discipline was superb because he scared everyone stiff and when he got angry he would say, ‘You go home.’” But as Dormen explains, the strict professor was not without a sense of humor when on stage. “He was a fantastic hit. The boys were dressed in women’s clothes and singing the famous Andrew Sisters’ song, ‘I’ll Be With You in Apple Blossom Time’. He came on stage and said ‘You go home,’ and of course, there was wild applause. For a moment everyone thought it was real. That’s one of my favorite memories.”
Well-known for her cooking column in the Hürriyet newspaper, her television program “Mucize Lezzetler” (Miraculous Tastes), and the book “Refika’nın Mutfağı – Cooking New Istanbul Style”, Robert College alumnus Refika Birgül has made a successful career out of her passion for Turkish cuisine. For her, the college was a place of unparalleled learning both inside and outside the classroom. “When I think about Robert College, the first thing I see on closing my eyes is the wisteria on the main bridge at the entrance,” she told The Guide Istanbul. Birgül has also written about wisteria sherbet in her Hürriyet column. “It’s a drink whose smell captures those days, those feelings of first love, and has preserved them through my whole life.”
A common sentiment among Akaş, Dormen, and Birgül is the freedom and encouragement present in the college’s arts education. “Another memory is the theater. I prepared a 30-minute dance that actually shaped a lot in my life. I convinced 20 other students, and we practiced the whole winter, finally presenting a dance that showed an alternative theory of the earth’s creation,” she says. “The third thing I won’t forget is the art activities. Before I went to a state primary school and the teacher didn’t like anything I made. Then at Robert College, I won the prize for development in art, which was given to one student each year. While students from other schools were playing cards or having fun at leaving time, we went to the art studio and made paintings or sculptures and spent hours in the darkroom, forgetting the time and missing the bus home.”
Although she notes that Robert College’s spirit of innovation sometimes runs counter to the mainstream in Turkey, Birgül has no doubts about its positive effects. “If I had another thousand lives in this country, I’d choose to study at Robert College every time. When I have children one day, God willing, I’ll do whatever I can to have them study there,” she says.
You may book one of our Private Istanbul Tours to explore Istanbul on her offers. For more information regarding private tours in Istanbul please contact us:
http://www.privateistanbulwalkingtours.com
http://www.privateistanbulwalkingtours.com
#privateistanbulwalkingtours #ontripadvisor #turkeyistanbultours #accesssibleistanbultours #tripadvisoristanbultours private tours in Istanbul, accessible tours in Istanbul, private Istanbul tours, Istanbul tours, private Istanbul walking tours, food tours in Istanbul, private Istanbul guided tours, Walking tours in Istanbul, TripAdvisor Istanbul tours, Istanbul Guided Private Tours, guided Istanbul tours, Istanbul private walking tours. #Istanbul walks #istanbul #hagiasophia #topkapipalace #bluemosque #offthebeatentrackistanbul #istanbul #visitistanbul #local #visitturkey #istanbultours #visitistanbul #privateistanbulwalkingtours #istanbullayovertours #privateistanbultours #istanbultripadvisor #tripadvisoristanbultours #furkangokcel #luxurytoursofistanbul #luxurytoursinistanbul #luxuryistanbultours #local #istanbulwalks #walkingtoursofistanbul #privateistanbulwalks #accessibleistanbultours #tripadvisoristanbultours #viatoristanbultours #tripadvisoristanbultours #bbctravel #lonelyplanet #lonelyplanetistanbul
#tripmaximazer #LocalGuides
#istanbul#visitistanbul#private tours#private istanbul walking tours#privateistanbulwalkingtours#luxury travel#luxurytrip#tripadvisor#lonelyplanet#ontripadvisor#localguides
0 notes
Photo
Tekerleksiz Bisikletler Tekerleksiz Bisikletler’le uçuş serbest! Cem Akaş (1968), daha ilk öyküsünde ("Gerçeğin Öte Yanında", 1987) öykü ve romanın "olmuş ya da olabilecek olayları" anlatan yazılar olmadığının, temelde bir dil ve üslup işi olduğunun bilincinde olduğunu kanıtlamıştı.
0 notes
Photo
. "Yıl 1997 olmalı. Oktay Rifat öleli neredeyse 10 yıl olmuş; ben YKY'de çalışıyorum, o sıralar Oktay Bey'in bir kitabını basmışız. Bir gün telefon çaldı, Hür FM'den arıyorlar, "Oktay Rifat ile söyleşi yapabilir miyiz?" diyor karşımdaki ses! İki saniye içinde adrenalim tavan yaptı, "Tabii," dedim, "ben şairimizle görüşeyim, ne zaman uygun olduğunu size bildiririm." Telefonu kapayıp Cenk Koyuncu'nun yanına gittim, o da o sırada YKY'de çalışıyordu. Durumu anlattım, "Senin ev telefonunu vereceğim, akşam seni arasınlar, Oktay Rifat diye konuş," dedim. Cenk böyle numaralara bayılırdı, üstüne atladı tabii. Ben Hür FM'le yeniden konuştum, söyleşiyi teyit ettik, başladık beklemeye. Akşam gerçekten de aradılar Cenk'i, o da boğuk (ve galiba biraz alkollü) bir sesle Oktay Rifat gibi döktürdükçe döktürdü, yanlış hatırlamıyorsam, "Size bir şiirimden birkaç dize okuyayım," diyip bir Cenk Koyuncu şiiri okudu filan. Röportaj Hür FM'de iki-üç kez döndü, neden sonra birileri aydı, yayından kaldırıldı. Tabii olay gazetelere yansıdı, söyleşiyi yapan radyocuya maalesef kapıyı gösterdiler. O kısmına üzülmedik değil, ama yani! Sonra o programı yapanlar yayınevine de geldi. (başlarında Aydın Tönel vardı), biz, "Kusura bakmayın, şahsi bir şey değildi," dedik, onlar da, "Tamam çok mesele değil," dediler, tatlıya bağlandı." syf.212 Cem Akaş metinlerini severim, bol deneysel ve keyiflidir benim için. Son Kişot'ta daha önce okuduğum öyküler de vardı, okumadıklarım da. Ama en çok araya sıkıştırdığı böyle kısa hatıralar bölümünü sevdim. Keşke bir anı kitabı ya da kendisiyle yapılan bir nehir söyleşi olsa da okusak. #cemakaş #sonkişot #canyayınları #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #okumahalleri #oktayrifat https://www.instagram.com/p/CmkKG9XNwRH/?igshid=NGJjMDIxMWI=
3 notes
·
View notes
Text
Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Ağustos-Eylül 2009 Sayı:17 Kitabı pdf indir pdf indir
Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Ağustos-Eylül 2009 Sayı:17 Edebiyatımızın önünü açacak yollar • Metin Yeğin: “Programım, yeryüzünün lanetlilerinin programı.” • Lal Laleş ile Kürt edebiyatı ve şiir • Bodrum’un Kültür Sanat Haritası İki aylık edebiyat dergisi Notos’un Ağustos’ta yayımlanan 17. sayısının kapak konusu, Edebiyatımızın önünü açacak yollar başlığını taşıyor. “Kalıpların dışına çıkmak için hangi yeni biçimler denenebilir?” sorusu çevresinde, bugüne dek gündeme getirilmemiş bir yazınsal sorunu ele alan Notos, edebiyatımızın yakın geleceğine ışık tutacak yazınsal arayışları, biçimleri, deneysel edebiyatın sınırlarını tartışıyor. Hasan Bülent Kahraman, Deniz Gündoğan, Cem Akaş, Faruk Duman, Hande ��ğüt, Cem Uçan, Özcan Doğan, Kaya Genç, Özcan Türkmen, Cihan Serdar Kızılcık, Ömer Ayhan, Semih Gümüş’ün yazılarıyla. Sıra dışı bir gezgin olan Metin Yeğin de, Latin Amerika başta olmak üzere, dünyanın çok çeşitli yerlerine yaptığı gezileri, yaşadıklarını, yaptıklarını Notos’a anlattı. “Programım, yeryüzünün lanetlilerinin programı,” diyen Metin Yeğin, dolaştığı yerler için yaptığı belgesel filmlerle farklı kültürleri bizim dünyamıza taşıyor. Şair, çevirmen, yayıncı Lal Laleş ile kendi şiiri ve Kürt edebiyatı üstüne yapılan söyleşi de derginin bu sayısının özel bölümlerinden. Notos’un bu sayısında her zaman yaz mevsiminin odak noktasına kurulan Bodrum’un kültür ve sanat mekânlarını tanıtan Bodrum’un Kültür Sanat Haritası da var. Bölüm, Bodrum’da yaşayan ressam Turan Erol ile yazar İlker Karakaş’ın gözlemleriyle tamamlanmış.
Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Ağustos-Eylül 2009 Sayı:17 Kitabı pdf indir pdf indir oku
#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Ağustos-Eylül 2009 Sayı:17 kitabı pdf indir#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Ağustos-Eylül 2009 Sayı:17 pdf oku#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Ağustos-Eylül 2009 Sayı:17 ücretsiz indir#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Ağustos-Eylül 2009 Sayı:17 ücretsiz pdf indir#Notos Öykü (iki aylık edebiyat dergisi)
0 notes
Text
Sincaplı Gece
Sincaplı Gece Cem Akaş Can Yayınları
“Seni geberteceğim, biliyorsun değil mi?” diye soruyorum parmağımla omzunu ittirerek. “Ha? Biliyorsun değil mi?” Ses çıkarmıyor. Kafasına kalan bütün kuvvetimle bir tokat yapıştırıyorum. Ses çıkarmıyor. “Bittin oğlum sen,” diyorum. Öylece oturuyoruz.
Kapalı kadın. Mucit zeka. Zor aşk. Bilinmeyen aşk. Taammüden ihanet. Ne biçim türkiye. Ruhu olanlar olmayanlar. Olaylar olaylar.
Dikkat, çarpar. (Tanıtım Bülteninden)
Sayfa Sayısı: 208
Baskı Yılı: 2016
Dili: Türkçe Yayınevi: Can Yayınları
ISBN: 9789750733161
Teşekkürler!
0.bookmarked-avatar imgmargin: 3px;
Bookmarked By
devamı burada => https://goo.gl/lLi43e
0 notes
Text
Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 pdf indir
Cem Akaş: “Zanaatı öğrenmeden sanat yapmaya inanmıyorum.” Judith Butler: “Sorgulama endişesiyle yaşamak.” Maurice Blanchot: “Çeviri Yapmak” Woody Allen ile Master Class Yazarın Fırçası: Goethe – Hermann Hesse – Günter Grass Edebiyatımızın önde gelen dergilerinden Notos, her yıl farklı bir konuda düzenlediği geleneksel yıllık soruşturmalarının on birincisinin sonuçlarını Şubat-Mart, 62. sayısında açıkladı. Bu yılki soruşturmanın konusu: En Önemli 100 Çeviri. Yayıncılık dünyamızda her yıl daha çok kitap yayımlanıyor. Yukarı doğru çıkan bu eğrinin itici güçlerinden biri de öteki dillerde yayımlanan kitapların çevirileri. Yayımlanan kitapların yarıdan çoğunu onlar oluşturuyor. Bunun bir benzeri belki bir başka ülkede yok. Demek ki çok sayıda çeviri yapılıyor ve yayımlanan çevirilerin niteliği da soru işaretleri barındırıyor. Oysa okur, en iyi ve önemli çevirilerin hangileri olduğunu merak ediyor. Notos’un 11. soruşturması, 279 yazar ve çevirmenin yer aldığı önemli bir kamuoyunun seçimlerini yansıtıyor. Semih Gümüş, yazısında çevirinin önemini şöyle anlatıyor: “Her zaman tartışılmış, karşılıkları merak edilmiş ama tam verilememiş bir konu. Oldukça önemli. Her şeyden önce, ülkemizde yayımlanan kitapların yüzde 51’inden çoğunun çeviri oluşu yüzünden. Devlet tarafından yayımlananların dışında, bir yılda bağımsız yayıncıların yayımladığı kitapların sayısının yaklaşık 50 bin olduğu düşünülürse, demek 25 binden çok çeviri kitap yayımlanıyor. Dile kolay. Peki bu kitapları kimler çeviriyor, bu bir soru. Buna bağlı bir başka soru da, yayımlanan çevirilerin niteliği nasıl? Bu iki soruya rahatça ve açık yüreklilikle yanıt vermek zor. Ortada ciddi bir sorun olduğu da pekâlâ söylenebilir.” Notos’un bu sayısında Cem Akaş ile kapsamlı bir söyleşi yer alıyor. hem bir edebiyatın içinde bulunduğunu düşünerek yazıyor Cem Akaş hem alışagelmiş biçimlerin dışında bir kurmaca dünyası yaratmayı amaçlıyor. Yenilikçi, şaşırtıcı da olabiliyor ve şu önemli ki, edebiyatın bugünü üstüne ciddi ciddi düşünüyor. Notos’un ikinci söyleşisi ise feminist kuram, felsefe ve güncel siyaset alanında çalışmalarını sürdüren Judith Butler ile. Bir Yazarın Seçtikleri bölümünde Ethem Baran okurların ve yeni yazarların okumasını zorunlu gördüğü kitapları; Kadire Bozkurt da en çok etkilendiği yazarı nedenleriyle birlikte Notos’a anlatıyor. Murat Yalçın, Meltem Gürle ve Çiyil Kurtuluş kısa sorulara kısa yanıtlarla yayımlanan son kitaplarını anlatıyor. Notos’un 62. sayısında öyküleriyle yer alan yazarlar: Robert Coover, Maksat Nur, Hasan Özkılıç, Fergun Özelli, Erkut Özal, Ayşe Betül Tekeli, Erkmen Özbıçakçı, Feyza Nur Çorgundağ, Turan Erden, Figen Dölek, Gülendam Noyan Kurhan, Nargül Delice, Emre Nazım Mert, Meral Saklıyan.
Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 pdf indir oku
#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 E-Book İndir#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 ebook indir#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 ebook oku#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 epub#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 epub indir oku#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 kitabı pdf indir#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 online pdf oku#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 PDF İndir#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 PDF Oku#Notos Öykü İki Aylık Edebiyat Dergisi Şubat-Mart Sayı :62 ücretsiz indir oku#Ekitap
0 notes
Text
New Post has been published on Edebiyat Kulübü
New Post has been published on http://edebiyatkulup.com/2016-yili-kitapseverler-icin-dolu-dolu-gecti-iste-bu-yilin-en-sevilen-30-yerli-kitabi/
2016 Yılı Kitapseverler İçin Dolu Dolu Geçti! İşte Bu Yılın En Sevilen 30 Yerli Kitabı
2016 yılı kitapseverler için batmış batmış geçti. Kimi süre kapağı bile açılmayan kitaplar Instagram’da kahvenin yanında belirdikten sonra bir köşeye atıldı. Kimi zamansa cümlelerin altı çizile çizile elden bırakılmadı…
Türk Edebiyatı ise birbirinden hoş eserlere kavuştu. Orhan Pamuk tekrar fazla tartışıldı! Şule Gürbüz eleştirmenleri ikiye böldü. Öykü ve test türlerinde yapıtlar okuyucularla buluştu. Ölü toprağını atan Türk şiiri ise altın senelerinden birini yaşadı.
Sizin için bu senenin en sevilen “yerli” 30 kitabını seçtik. Farklı türlerdeki yapıtları okuma listenize ekleyebilirsiniz…
Kütüphaneniz hep dolu olsun! İyi okumlar!
Not: Kitapların tanıtım bültenleri D&R’dan alınmıştır. Yerleştirme bireysel olmakla birlikte, eleştirmenlerin yorumları ve satmak rakamları göz ardı edilmemiştir.
1. “Kuşlar Yasına Gider”, Hasan Ali Toptaş
Pırıl pırıl ışıyan Türkçesiyle Hasan Ali Toptaş, Kuşlar Yasına Gider’de romancılığına yeni bir boyut katıyor: anlatmıyor, söylemiyor; nefeslendiriyor.
Kadirşinas otlarının mırıltısını, of dememenin ilmini, eldeyken kıymetini bilmenin erdemini, ömürden giden günlerin sabrını okudukça zihnimiz, gönlümüz havalanıyor.
“Babalar, alınlarımıza yazılı yalnızlıklardır” sözü yankılanıyor kulaklarımızda.
Kuşlar Yasına Gider; atların koşması kadar doğal, kaleme iç çektirecek değin merhametli bir roman.
“Toptaş’a yazarlık âdeta bahşedilmiştir.” -ANDREW RIEMER, Sydney Morning Herald-
“Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam, kulağımızda çınlayan uzaktan bir motor sesiydi ve az evvel dediğim gibi, gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü.” (Tanıtım Bülteninden)
Nesil: Roman Sayfa Sayısı: 250 Yayınevi: Everest Yayınları
2. “Körburun”, Hikmet Hükümenoğlu
“Birazdan güneş doğacaktı. Uyuyan cırcırböcekleri uyanacak, yorulanlar uykuya dalacak, ırk yataklarından kalkıp kahvaltı masasına geçecekti. Yıldızlara bakılırsa bulutsuz, rüzgârsız, ılık bir gün olacaktı. Önce uzaktan düdük sesi duyulacaktı, sonradan şehir hatları vapuru, yosunların kokusunu kabartan köpükler çıkararak iskeleye yana��acaktı. İçi her zamanki gibi çay ve akaryakıt kokacaktı. Halatlar atıldıktan birkaç dakika daha sonra hemen toplanacaktı; vapur Körburun’da çok beklemeyecekti çünkü Seher’den başka yolcusu olmayacaktı büyük muhtemelen.”
Körburun, hem uzak hem yakın bir ada… Sapa, içine kapalı lakin bir pek da yakınındaki anakaranın uzantısı. Kuşaklardır gözden ırak, ağır akan yaşantısı gerçekten hiç yabancısı olmadığımız bir hikaye anlatıyor bize. Eski, “ah ne güzel komşularımız” ile geçen günlerden gittikçe kendi içine kapanan, içine kapandıkça da kendi kurallarındaki dayatmacılığın sertleştiği bir yaşamın an be an örüldüğü Körburun’da şamatacı şeyler hakkında susulur, jurnal sesler ise uğultuya dönüşür.
Hikmet Hükümenoğlu, üç kuşağın aşklarını, hırslarını, hayal kırıklıklarını anlattığı Körburun’da “büyük roman”ı deniyor ve bizi öykünün bireyi aştığı yere bakmaya yönlendiriyor. (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Roman Sayfa Sayısı: 592 Yayınevi: Can Yayınları
3. “Kırmızı Kazak”, Meltem Gürle
Kitaplarla iç içe geçmiş denemeleri okumak uzun sürer. Yıllar önce okuduğunuz kitaplar, elinizdeki denemelerle birlikte yeni boyutlar kazanır, derinleşir, zenginleşir. Okumadıklarınız yepyeni ufuklara çağırır. Bu nedenledir fakat, okumadıklarınızı okumak, okuduklarınızı her yerde karıştırmak için sabırsızlanır, elinizdekini bırakır, “öbür metinler”le avarelik edersiniz.
Meltem Gürle’nin denemelerini de okumanız uzun sürecek, ara vereceksiniz, döneceksiniz, her yerde durup tekrar başlayacaksınız. Oturacaksınız, kalkacaksınız, araya diğer kitaplar girecek. Elinizdeki kitabın kopyası eskiyecek fakat okuduklarınız değil. Bu denemeler kendileri eskimeyecekleri gibi önceden okuduklarınızı da tazeleyip yenileyecek. (Tanıtım Bülteninden)
Tür: Deneme Sayfa Sayısı: 424 Yayınevi: Can Yayınları
4. “Kırmızı Saçlı Bayan”, Orhan Pamuk
Ilk aşk deneyimi tüm bir hayatı belirler mi? Yahut kaderimizi çizen sadece tarihin ve efsanelerin gücü müdür?
Orhan Pamuk, Yapı Kredi Yayınları’ndan meydana çıkan yeni romanı Kırmızı Saçlı Kadın’da bizi otuz sene önce İstanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikâyesiyle, büyük bir insani suçun peşinden sürüklüyor. (Tanıtım Bülteninden)
Nesil: Roman Sayfa Sayısı: 204 Yayınevi: Inşa Kredi Yayınları
5. “Pek miymiş?”, Şule Gürbüz
Ne yaptık biz sahi burada bunca vakit, dört mevsim, oğul uşak, kumaş tarak? Ne yapacaksın bir düzen var, ilahî uyum, yaprak düşüyor, güzelim kuşlar huzurda el pençe bekliyor, insan kendisi tokken başkalarının da her zaman bir şekilde doyurulduğunu sanıyor, yemiştir bir şey diyor, doymuştur, içmiştir, içmez olur mu, yahut ölür diyor, lakin ertesi gün ölü mü diri mi bakmıyor. Aslan elleri önde eceli ardındaki yatmış sözde aç lakin devasa, erkek çocuk beş bin yıl evvelin hatalarını yapıyor, fakat aklına derslerde de okusa, kitaplarda da kavuşamıyor, o da görünen o ki geçiyor, kız üç bin sene öncenin heveslerinde, senin kıza bak dirilse bir Asurlu gülecek, ey Mezopotamya, eski krallık, asma bahçeleri, kuleler, yenisi ve iyisi yapılamazken bunca derbeder olmak niye? (Tanıtım Bülteninden)
Tür: Roman Sayfa Sayısı: 198 Yayınevi: Irtibat Yayın
6. “Müptezeller”, Emrah Serbes
“Üzülme baba,” dedim, “daha alçak tarafı bir ev, daha aşağı tarafı beton parçası ya. Çalışır ederiz, yine alırız. Ben de çalışırım bundan daha sonra, laf, alırız bir ev daha.” “Ona üzülmüyorum ki ben,” dedi babam. “Her ay evin taksitini ödedik de ne oldu. Bak, uçup gitti elimizden balon gibi. Keşke seni ağlatmasaydık çocukken. Keşke sana o akülü arabayı alsaydık.” Güzel almak isteyen alkolikler, berduşlar, kardeşler… Zembereği boşalmış hayat memat ezberleri, tek gözlü geceler. Yeraltının karın gurultusuna, belalı bir gündüze sarılan cuaralar.
Müptezeller, uğultuların, yoksunluğun ve kaybeden delikanlıların romanı. Lime lime, ufalanarak. Emrah Serbes, kenarların soluğunu, dünyaya katlanamayan, kendine gömülen çocukları haykırarak anlatıyor. Yaz biter, güz biter, daima kış gelir. (Tanıtım Bülteninden)
Tür: Roman Sayfa Sayısı: 163 Yayınevi: Iletişim Yayıncılık
7. “Sincaplı Gece”, Cem Akaş
“Seni geberteceğim, biliyorsun yok mi?” diye soruyorum parmağımla omzunu ittirerek. “Ha? Biliyorsun yok mi?” Ses çıkarmıyor. Kafasına kalan bütün kuvvetimle bir tokat yapıştırıyorum. Ses çıkarmıyor. “Bittin oğlum sen,” diyorum. Öylece oturuyoruz.
Kapalı kadın. Mucit zeka. Zor aşk. Bilinmez aşk. Taammüden ihanet. Ne biçim türkiye. Ruhu olanlar olmayanlar. Olaylar olaylar.
Dikkat, çarpar. (Tanıtım Bülteninden)
Nesil: Roman Sayfa Sayısı: 208 Yayınevi: Can Yayınları
8. “Aşk İçin Ne Yazdıysam”, Murathan Mungan
Aşk için ne yazdıysam. Dilerseniz, “Bugüne değin ne yazdıysam aşk için yazdım,” diye okuyun bu başlığı… Dilerseniz, “Bugüne değin ‘aşk şiiri’olarak ne yazdıysam hepsi bu başlık aşağı toplanmıştır,” diye yorumlayın. Yıllar içinde bambaşka kitaplarımda bulunan aşk şiirlerini -bilhassa aşk şiiri seven okurlar için- tek kitapta bir araya getirmek istedim. -Murathan Mungan- (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Şiir Sayfa Sayısı: 160 Yayınevi: Metis Yayıncılık
9. “Aralıklı Yağmur”, Uzlaştırma Bıçakçı
Bir pazar sabahı Rıfat günlerin benzer vahşi damlamadığını gördü. “Günler damlıyor ama aynı kaba değil,” dedi. Gökyüzüne baktı: Boştu. Hiç bulut yoktu, fiilen hiçbir şey yoktu. Çağımızın çıplak güneşi her şeyi değil etmişti, enginliği, bulutları ve kuşları… Maviyi bile değil etmişti, daha sonra da sırasıyla diğer renkleri, bir takım sesleri, kelimeleri ve anlamları. İnsan bu yoklukta yeni bir şey söyleyemez, olsa olsa kendini bitmiş ederdi.
Rıfat, zamanımızın bir kahramanı gibi, bir niteliksiz adam gibi, bir aylak adam, bir lüzumsuz adam gibi, bir “R.” gibi, geziyor hayatın içinde. Yaşam, arada Rıfat’ın dükkânına da uğruyor. Rıfat, filmleri, kitapları, hayalleri, fikirleri, dertleri, mes’eleleri de geziyor. Ortaya sorulmuş soruları üzerine alınıyor, bazı. Neyin peşinde bu adam?
Rıfat, bir hikâyenin içinde midir, anlamaya çalışıyor, insanın bir hikâyenin içinde olduğunu anlamasının yolunu arıyor… Seyrek yağmura şemsiye açılır mı? (Tanıtım Bülteninden)
Tür: Hikaye Sayfa Sayısı: 100 Yayınevi: Irtibat Yayın
10. “Yaşıyoruz Sessizce”, Şükrü Erbaş
İki karakter bir yalnızlığım fotoğraflarının önünde Birisi alıp götürdüğün, öteki bırakıp gittiğin.
Bu kitap, bizim sagu, mersiye, matem geleneğimize, göç edeni de burada tutan, yaşatan yepyeni bir nitelik getiriyor. Üç kadim kavram, yaşamın üç büyük izleği, aşk, yalnızlık ve ölüm, şiirden şiire iç içe geçerek birbirinin kapısını çalıyor. Sonra üçü birlikte gelip hepimizin hayatına doluyor. Yaşıyoruz Sessizce, aşkın, emeğin ve dünyanın ölümle bir daha yüceltildiği bir varoluş simyası. -Asalet Bilsel-
Sarkaç durdu. Kapı değil. Ayna buğulanmıyor. Tanrı bitti.
Vefat yok büyük ceza Her zerresi yalnızlık Bir dünyayı hoşlanmak hâlâ.
Ayrılık burcum… Parmaklarım birer mihrap çırası Gövdem bitene dek tüteceğim başında (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Şiir Sayfa Sayısı: 84 Yayınevi: Kırmızı Kedi
11. “Konut Anası”, Birgül Özcan
Ayakların aşağı olduğu söylenti edilen cennet ile burnumuzun dibindeki sahici cinnet arasındaki mesafe nedir? ev hanımı, ev hanımı, ev kızı ya da konut anası; yaşam alanı “ev” olarak tanımlananların minimum müşterekleri bir devrime yol açabilir mi? Dibi tutmuş tencereler, kenarı sökülmüş perdeler, ovulmaktan aşınmış yüzeyler dile gelse, soyut emeğin destanı yazılabilir mi?
Birgül Özcan, Ev Anası’nda zekası, hüneri ve emeği ile hapsedildiği alanları aşan, kalıplara, slim fit bedenlere, hanımlık müessesesine sığmayıp taşan kadınları esprili ve gerçekçi bir üslupla anlatıyor.
“Dayanmak bilmeyen lastik çarşafların, kalorifer petekleri üstlerinde kurutulan çorapların, vitrinlerde misafiri bekleyen kristal bardakların, kapı arkalarında rulo yapılmış halıların, battaniyeye sarılı yoğurt olmayı bekleyen mayalanmış süt dolu tencerelerin, Vita kutularında sardunyaların, varis çoraplarının, buzluk böreklerinin ve altın günü lobisinin müellifleri konut analarının mutfaklarda, dolap içlerinde, çekmece diplerinde güvelenmeye terk edilmişken ayrım edilip tezgâh üzerine çıkarılmış hikayesi…” (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Roman Sayfa Sayısı: 115 Yayınevi: Su Baskını Yayın
12. “Baştankara”, Sine Ergün
Çocukken bir kuş öldürdüm, dedi adam, ben öldürmedim, arkadaşım öldürdü, arkadaşım da değildi, o gün beraberdik işte. Yiyelim, dedi, tüylerini yolduk, gerçi ısırınca ağzıma geliyordu tüyleri. Neden uydum oysa ona. Kalktı, suya uzandı, içti, öfkeyle döndü. Bizi neden almadılar? Ben, dedi kadın, kiminle gideceğimi seçemedim…
Sine Ergün, okurumuzun yakından peşine düşüp takip ettiği öykücülerimizden biri. Kısa ve etkin öyküleri, hayata, yaşadığı kente ve çevreye öbür bakışıyla derhal öne çıkıyor. Baştankara’da yeni öykü alanlarına giriyor; gerçekliğin kırıldığı, ruhsal durumların daha derinine inilerek incelendiği, bilinçaltının hemen olan çakımlarına kulak verilen kısa öyküler bunlar. Özenle okunması gereken, konuşulacak bir öykü kitabı Baştankara. (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Hikaye Sayfa Sayısı: 80 Yayınevi: Can Yayınları
13. “Tanrının Irtifa Korkusu”, Emirhan Esenkova
Şiir yazmak bisiklete binmeye benzemiyor Dizlerim hep paramparça (Tanıtım Bülteninden)
Nesil: Şiir Sayfa Sayısı: 184 Yayınevi: Kolektif Kitap
14. “Zift”, İsahag Medeni Eskiciyan
Zift, bastırılan seslerin, birbirini takip etmeyen günlerin, sıradanlaşan vahşetin, çöküşün ihtişamdan koparılışının, gecenin çığlıklarının romanı. İsahag Medeni Eskiciyan, bütün anlatıların, hesaplaşmaların, layık yargılarının kara bir oyukta eşitlendiği, öfkenin ziftinde karardığı bir çağın romanını yazıyor. “Oyunlar, evet bu oyunu birileri sahneleyecek lakin yollar her tarafta yapılmayacak. Çukurlar doldurulmayacak. Yarıklar kapatılmayacak. İlaçlar içilmeyecek. Zamirler bağımsızlık kalacak. İsimler tek tek fotosenteze maruz bırakılacak. Güneşe anlamak gönderilecek. Düğünden önce gelinler öpülecek, damatlar damdan atılacak. Gereksinim değil. İçimizde maydanoz yeşerecek. Benimki gibi olmamalı, herkes öbür ölecek. Bir mısrada adı geçen herkesin kafası kesilecek. Mısra dışarı salınacak. Çiğ ham yenen her şeyin kurtları büyütülecek. Gece için. Büyük gece için.” (Tanıtım Bülteninden)
Tür: Roman Sayfa Sayısı: 168 Yayınevi: Su Baskını Yayıncılık
15. “4 Hane 1 Teslim”, Eyüp Aygün Tayşir
Sabri kademeli olarak korkusunu yenip dedesinin kara ve buruşuk suratına yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı… Yaklaştıkça görünen arttı. Kurumuş çatlamış toprakları gördü Sabri dedesinin yüzünde. O topraklarda tabi yandan oturmuş, el çırpıp türkü söyleyen, yüzü vahşi fakat yüreği narin adamlar fark etti. Dedesinin yüzünde engebeleri aşarak yavaşça yürüyen hayvanları fark etti. Kırmızı akan nehirleri fark etti. Yağmur duasına çıkmış köylüleri fark etti ve nihayet gözünden bir damla yaş düştü. Teneke Mahallesi’nden Bostancı’da bir apartman dairesine. Nalân, Ebedi’den illallah etti Ebedi de Nalân’dan. Bitmez Tükenmez bir hır gür. Erkekler ve erkeklikler… Bahçede alışılmadık bir kara kedi… Sonra yıllar geçmiş, çocuklar büyümüş, gençler yaşlanmış, yaşlılar bu dünyadan göçüp gitmiş… Meyhanede bir masa. Bir ucunda Sabri diğerinde Gabriel Garcia Marquez… Sabri rakı içiyor, fısıl fısıl konuşuyor Gabo’yla.
“İnsan babasını sırf babası olduğu için hoşuna gitmek zorunda mıdır?” Nalân bağırıyor oğluna, sersemlemiş ve coşmuş, “Hâlâ utanmadan baba diyorsun o şerefsize!”
4 Hane 1 Teslim babalar ve oğullarının, anneler ve kızlarının, sersefillerin, arafta kalanların, hayallerinden uzağa düşenlerin romanı… Haneler, aileler… Dualar ve beddualar… Eyüp Aygün Tayşir, efsunlu bir dilin maharetli yazarı… Yeni ve geleneği bilen… Ilk roman. (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Roman Sayfa Sayısı: 404 Yayınevi: Iletişim Yayıncılık
16. “Kibrit Konut”, Murat S. Dural
Karanlığın içinde birer muma dönüşüyorlardı. Rüyasında rüyaya daldığını gören adamın altına uzandığı söğüdün etrafında yanan mumlar, dışarıdaki kâbusları uzak tutmaya çalışıp parlak saçıyordu. G��zlerimi kapattım. Gündüzde miyim gecede mi, uykuda mıyım ayık mı, bilemiyordum. İşte o an bir ses aniden yüzüme yaklaşıp gözlerime üfürdü:
“Mumun ışığını manalı kılan o karanlıktır. Bütün da o aydınlattığı karanlıktır…” dedi. “Kapıyı aç ve karanlığa bak…”
Murat S. Dural, ilk hikaye kitabı Kibrit Konut’de karanlık tarafımıza ait gerçeklere ışık tutuyor; evlerimizdeki karanlık ile içimizdeki ışığa ait öyküler anlatıyor. Günahsız, basmakalıp halk müziği ile dehşet, yabani canavarları çağdaş zamanların terazisine koyuyor.
Kibrit Konut, taşranın gizemli toprakları, plazaların kalabalık ama yalnız hissettiren dünyaları, ikili ilişkilerin görünmeyen boyutlarına dair, tekinsiz bir kazıbilim kazısı gibi hemen hemen. Geçmiş, geçmişte mi kalmalı yahut bir hayalet gibi karşımıza mı dikilmeli? Dural’ın öyküleri ruhumuzun labirentlerinde gezmek için bir yolculuğa davet ediyor bizi ve şunu soruyor: “Mum musun karanlık mı?” (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Hikaye Sayfa Sayısı: 240 Yayınevi: İthaki Yayınları
17. “Cin Aynası”, Ercan Kesal
“Kimsenin birbirine acımadığı, herkesin kolayca birbirinden korku ettiği, birinin ötekine yardım etmeyi aklından zeka geçirmediği soğuk ve umutsuz bir dünya’da yaşıyoruz. Yalnızlıktan korktuğumuz ama aralıksız yalnız kalmaya çalıştığımız, yalnızlığımızın yetmediği ve bitmediği bir çağdayız. (…)
Galeano’dan ilham alırsam; birlikte kurtulmak için ve her tarafta buluşabilmeyi ümit ettiğim için yazıyorum. Kederlerimi, iç sıkıntılarımı ve başkalarında da ayrım ettiğim acıları açıklamak için yazıyorum. Kendime acı vereni açıklama yapmak, içimde gelişen sevinci ve coşkuyu da anında paylaşmak için yazıyorum. (…)
Sokaktan duyduğum cümleleri ‘cesaret ve kehanetle bezeyip her yerde esas sahiplerine gönderdiğimde’ onlardan gelecek işaretin merakıyla yazıyorum.” Ercan Kesal “kendi kendimizle derdimizin” giz kâtipliğini yapıyor. Peri Gazozu kitabının izinde, insan halleri üstüne sohbet ediyor okuruyla. Ahlâkın “utanmayı iyi anlamak” demek olduğunu kasten, “çocuk aklının” safiyetini severek, rüyalarını kalbine sorarak… Ölüm, zulüm, acı, kötülük üstüne… Dayanmak, insan onuru, devrimci inat üstüne… “Adamı adam eden analar” üzerine… İyilik, alımlılık, çocuklar, insanlık ve sinema üzerine yazılar. Karamsar ve gerçi ümitli. (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Deneme Sayfa Sayısı: 292 Yayınevi: Irtibat Yayıncılık
18. “Ne Yapabilirim? Geleceğe Kartpostallar”, Gündüz Vassaf
Rüyalarımız tekdüzeleşir, Böl-yönet düzeninde Birey yüceltilip bencilleştirilirken, Aidiyetlerimizin gönüllü köleleri, Belirlenmiş seçeneklerin kalebentleriyiz. Her gün yeni felaket haberiyle uyanıyorum. Ne yapabilirim? Vicdanın sızlarken sen ne yapabilirsin? Biz ne yapabiliriz?
Gündüz Vassaf, Ne Yapabilirim? Geleceğe Kartpostallar’da bir harekete, örgüte, partiye, hatta ideolojiye bağlı olmayanlara sesleniyor. Kötümserliğe kapılıp edilgenleşmeye, değişimin ertelenmesine, değişimi kendimizden başka yerlerde aramaya karşısında çıkıyor. Okurunu, çaresiz çırpınışlarda tükenmeden “ne yapabilirim”i düşünmeye misafir etme ederek yeni bir yaşam ahlâkını tartışmaya açıyor…
“Düş gücünün avukatı” Gündüz Vassaf’tan barışa, özgürlüğe, haksızlıkları vurgulamaya, düşlemeye, değişime, birlikteliğe, geleceğe dair şiirsel bir kitap…
Rüyalarımız, tekrar, her koşulda. Darwin’in eksiği, evrim teorisinde umuda yer vermemiş olması. İnsandan başka yarını yaşayan nesil var mı? (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Deneme Sayfa Sayısı: 287 Yayınevi: Irtibat Yayın
19. “Olur Ya Yarın”, Jale Sancak
Ola Ki Yarın Jale Sancak’ın yeni öykü kitabı. Toplam 11 öyküden oluşan kitap bayağı farzedilen sıra dışı hayatları insanın içini titreten bir gerçeklikle aktarıyor. (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Öykü Sayfa Sayısı: 96 Yayınevi: Defalarca Kitap
20. “Geceyle Bir”, Süreyya Aylin Antmen
“Fazla uzak bölgelere taşıyacağım Saçlarının gizi o altın geceyi, Bahar ballarına uyarak döneceğim sonradan Kayıtsız uçurumlarca ayrılmış bu bölgelerden, Bitmiş sana, bir tek sana: Gecenin isteğiyle, Geceyle bir.” (Tanıtım Bülteninden)
Tür: Şiir Sayfa Sayısı: 72 Yayınevi: Ve Yayınevi
21. “Sakın Oraya Gitme”, Yekta Kopan
Herkes birbirine benzer şeyi söylüyor: Sakın oraya gitme! Orada tedirgin ruhlar var. Orada tekinsiz hatıralar var. Orada dehşet, yılgınlık, ölüm var. Özgürlüğüne kastedenler, vicdanına zulmedenler var. Perdenin ardındakilerle yüzleşmeye cesareti olmayanlar haykırmaya devam edecekler: Sakın oraya gitme! Yekta Kopan, “Sakın!” diyenlere inat, belleğimizin en karanlık ormanlarına dalıyor. Böylesi bir macerada öykülerden daha iyi ne aydınlatabilir ama yolumuzu…
İçimde bir şey koptu, koptuğunu hissedebiliyordum, bir şeyler çalkalanıp yükseldi içimden. Deniz kenarında oradan oraya savrulan bir taş kadar hür olamayan ruhlarımıza üzüldüm. Doğanın müthiş dengesine çomak sokmaktan şımartma bölge birilerinin ayak işlerinde geçen ömrümüze üzüldüm. “Bu kadar şiddet olmamalı özgürlük!” Vidalı kapağı iki tur çevirip mazotun kalanını kafama diktim. Ruhumun bedenimden ayrılıp günbatımına gitmesine müsade verdim. Uzandım. Gözlerimi kapadım. Bundan Böyle tanımadığım bir sesle mırıldandım: “Seni senden diğer kim özgürleştirebilir oysa?” (Tanıtım Bülteninden)
Tür: Öykü Sayfa Sayısı: 136 Yayınevi: Can Yayınları
22. “Güneşdil-Canto CXVIII”, Can Alkor
“Tek ufuk yetiyor şimdi atlasımıza.” Can Alkor’un “Güneşdil” ve “Canto CXVIII” başlıklı şiir kitapları Bülent Erkmen tasarımıyla bir araya getirilerek okurlara sunuldu.
Anlamı değil sormanın, Paleologos, hangimiz kaybettik diye: Seni yargılayan harf benim alnımı da imlemiş. Duyar gibiydim yalvardığını kullarımın… “Neye fayda cin kovmak, sağaltmak cüzzamlıyı, dirilmek ölülerle? Büyük Ayartıcı, hayır, girdiğin kılıkların hiçbiri dehşet yok kendi yargıcımızla aklanışımız kadar: Başkaları seçiyor, gaspediyor. Başkaları tarih yapıyor: Bizler sorumlu değildik balçığımızdan… Anımsayın, bir an durup, her köşeye pusu kurmuş o masum saldırganı, susturamadığımız o ses, nasıl da bağırır müstehcen imgeleri önünde cürmün ‘Bir daha vur!’ diye; anımsayın, nasıl sinmiş korkaklığımız, ne hoş bahaneler fısıldamış, ne asilzade amaçlar, uyutabilmek için (birileri ağlıyorken) utancımızı. (Tanıtım Bülteninden)
Nesil: Şiir Sayfa Sayısı: 79 Yayınevi: Norgunk Yayıncılık
23. “Barışma Makinesi”, Özgürlük Mumcu
İnsanlık tarihinin en büyük icadı çalışacak mı?
‘Barış makinesi evvela sinirlere, ruhlara, zihinlere etki edecek, bu nedenle harp makinelerine el sürmek kimsenin aklından dahi geçmeyecek.
Krallar, sultanlar, kraliçeler, tiranlar defedildikten sonra, bütün devletlerde ırk söz sahibi olacak.
İşte o gün bir alet dünyaya barışı getirecek.’
Mıknatıs dağının gölgesinde bağımsızlık irade ve kaderin işbirliğiyle tanışan Arif Bey, Mösyö Pierre. Bir tekerlemenin tekerinde dünyayı kateden bitirim babasız Celal.
Aşk müptelası Dragan. Duru zekâsı ve bariz güzelliğiyle Céline. Sahir, Jean, Mösyö Komiser ve biz, hepimiz…
Filozoflar ve kâtipler, kibar hanımlar, mihraceler ve esirler, ateşi icat edenlerle atomu parçalayacak olanlar, ölülerini gömmeyi birincil us edenlerle İskenderiye Kütüphanesi’ni yakanlar, hiç aşı olmamışlar, bakirler ve seferlerde iskorbütten ölmüşler, bir geyiğin avına gidip de hiç dönmemişler…
Bağımsızlık Mumcu’dan topraklarımızda başlayıp hudut ötesine uzanan, bütün vaktinde bir ilk roman. Barış Makinesi. (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Roman Sayfa Sayısı: 192 Yayınevi: April Yayıncılık
24. “Yoksul Kene”, Birhan Keskin
Kim Bağışlayacak Beni, Ba, Y’ol ve Soğuk Kazı kitaplarının arkasında Birhan Keskin’den yeni şiir kitabı: Yoksul Kene. On dokuz şiir var Fakir Kene’de. Kitabın başlangıç şiiri olan “Kargo”dan şu özel baskı, şairden okuruna bir “avuntu”, bir “şifa” niyetine…
Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. Mesai saatlerinde el altından şiir okursun. N’olcak oysa, bırak patronlar seni kovsun! Burada bir parça dayanıklılık var. Kendiminkinden kopardım bir parça, (bende fazla boldur) lazım epeyce ya katlanma ya katlanma, dokunursun. (Tanıtım Bülteninden)
Nesil: Şiir Sayfa Sayısı: 80 Yayınevi: Metis Yayıncılık
25. “Yolun Başı”, Ali Lidar
“Araziler dolusu susuzluktun kuşlarla paylaştığım Atlar kusuyordu böğrüme ben mavi deyip duruyordum İyiydik perişanlığa karşın olabildiğince mağrurduk Niye kışkırttın tabiatı ırmakları tekrar çıkarttın Gel anlat şu anda kölelikten kurtulmanın asaletini!
Omurlarım ağrıyor bak düşün omur ağrısı ne çağırmak Omurların ağrıması bu yükü taşıyamıyorum çağrıda bulunmak Kedilerine trip yap artık derdini ev arkadaşlarına anlat Uğurlarken beni sakın dönme diyordun ya geri Unuttuğun bir şey vardı geçmişti dönmeler mevsimi!”
Ali Lidar zamanı geriye doğru sarıp geçmişe bir selamlama çakıyor. Unuttuklarımızı hatırlatıyor, özlediklerimizi, ihtiyar evimizin avlusunu, eski sevgilinin kokusunu…
Gökyüzündeki melek yere inerken annemiz nehir demliyor.
Çocukluğumuz, kaybettiklerimiz, dertlerimiz yanı başımızda. Hayatımız pamuk ipliğine ast olsa da yolun başındayız, Yolun Başı’nda… (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Şiir Sayfa Sayısı: 112 Yayınevi: İthaki Yayınları
26. “Gerçek Hesap Bu!”, Nejat İşler
Hakiki hesap bu… Söze gerek var mı? “Kendi hikâyelerimizi anlatalım, gerçekleri bizim gibi yaşayanları da açıklama yapmak lüzumlu.” “Doğrusu istediğim şeyleri yerine getirmek, fiilen istediğim yerde, doğrusu istediklerimle zamanımı ölçmek. Tek isteğim ve halihazırda yaptığım şey bu.” Söze lüzum var. Hakiki hesap bu! (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Anı Sayfa Sayısı: 184 Yayınevi: Can Yayınları
27. “Üşümüş Kuşlar”, Neşe Yaşın
Üşümüş Kuşlar, “nereye giderse gitsin kendi kafesini, yaralarını yanında içeren insanın” mutsuzluğunu ve çıkmazlarını iki kişinin birincil bakışta fazla öznel görünen ilişkisi üzerinden dizelere döküyor. Kitabın bütününe yayılan aşk şiirleri, “insanın kendi yalnızlığı değin başkalarının yalnızlığından da beslenen karamsar bir ışığın” eşliğinde, siyasal çatışmaları, şairin ayrılmış ülkesinin acılarını dile getiriyor. Okurun imgeleminde tamamlanabilecek yarım bırakılmış “ufak hikâyeler”den oluşan kitap, dayatılmış ya da kabullenilmiş her türlü tutsaklık biçimine karşı masumiyet, arınma, dayanıklılık ve özgürleşme tutkusuna kanat verme çabasında… (Tanıtım Bülteninden)
Tür: Şiir Sayfa Sayısı: 128 Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
28. “Loyelow”, Deniz Gül
Sözün, sözcüklerin, üstelik noktalama işaretlerinin dilin içinde başka dillere dağıtılması. Deniz Gül’ün yazısı dilin plastiği ile malzemenin plastiği aralarında gidip geliyor: kenar ve kenarlar. Loyelow sessize düşenlerin, çapraza girenlerin, yakın ve uzak Türkiye’nin açık sarı bir anlatısı. İnşaat devam ediyor.
“Akabinde her şey Rus Edebiyatında olduğu gibi gelişti. Babalarını öldüren, kadife karanfilli oğlanlar gözüktü, Karanfillerini ateşe attılar. Karanfil koktu her yer.” (Tanıtım Bülteninden)
Tür: Anlatı Sayfa Sayısı: 125 Yayınevi: Norgunk Yayıncılık
29. “Dün Gece Çok Gençtim”, Onur Akyıl
Göğü getirdi biri; toplamış üşenmemiş. Neleri varsa serdiler kayalara. Hepsinin gençliği bir deniz, ucunda ayaklarının. Ne güzel güldüler; uzun, insan dolu güldüler. herkes yarındı; defalarca pek baktılar birbirlerine. Şarap sızdı dudaklarından; göğüslerine, geçmişlerine. Hiçbir şey bulanmadı; yaşamak, ahbap olmak, güvenmek seslere, sessizliğe.
Gittikçe canlanan öykücülüğümüzün yeni ve işaret isimlerinden biri de Övünç Akyıl. Dün Gece Çok Gençtim’i okuyunca göreceksiniz; onun kahramanları, yaşadığımız kentlerin ara sokaklarında her gün gördüğümüz genç, dünya değin sorunla boğuşan insanlar. İç dünyaları da, yaşadıkları güçlükler de alabildiğine aşina. Lakin yine de yaşama sevinciyle, şiirle dolular. Övünç Akyıl güçlü, lirik bir anlatım yakalamış. Güncel politik sorunlara değinmekten, sivri dilini kullanmaktan da çekinmemiş. (Tanıtım Bülteninden)
Cins: Hikaye Sayfa Sayısı: 96 Yayınevi: Can Yayınları
30. “Akova Ateş Alev”, Murat Taş
Akova Ateş Ateş, bugünü anlatan bir metin olması yanında fazla eski bir hikayenin evrensel temalarını da içerir. Habil ve Kabil ile başlayan kardeş kavgasının gelebileceği boyutu, “Daha kötüsü olamaz” dediğimiz her olayda, her ölümde bitmiş yaşar ve anlarken, Akova Ateş Ateş, kalemini gerçeklere batırmaktan çekinmeyen bir yazarın başucu kitaplarından biri olmaya namzet… (Tanıtım Bülteninden)
Nesil: Roman Sayfa Sayısı: 272 Yayınevi: Nota Bene Yayınları
Onedio IQ’yu Facebook’tan peşine düşüp takip etmeyi unutmayın!
0 notes
Quote
Hikayenin en hoş tarafıysa, bana gerçeği anlattığın gün bile yalan söylemiş olduğunu öğrenmemdi, yüzyıllar sonra: aranızdaki ilişki iddia ettiğin gibi “masum” değildi, benimle yüzleşmenden önce ve onun bana yazmasından sonra da aynı yoğunlukta sürmüştü; ben sahneden çekildikten kısa bir süre sonraysa resmen sevgili oldunuz, birlikte yeni bir ev tuttunuz. Anlamadığım iki şey var: beni nasıl bu kadar aşağılayabildin; gittiğimde, gitmişken, neden yalvardın, döneyim diye? Dibini bulamadım ben senin.
cem akaş
2 notes
·
View notes
Text
7′den - Cem Akaş
"Seni içimde taşıyorum sürekli; en sıkıcı işleri en sıkıcı şekilde yapmak zorunda olduğumda örneğin, beynin ve kalbin o zorunluluğa uymasının gerekmemesi büyük bir nimet olarak beliriyor ve sanki Kut Çölü’nü yürüyerek/sürünerek geçmek zorunda kalsam ya da bir hücrede ellerim kelepçeli olduğundan suyu yerden yalayarak içmekten başka çarem olmasa, kitaplarım ve kemanım da benden çok uzaklarda kalmış olsa, kaldıkları yer benim için hem yer hem de zaman olarak artık dönülemeyecek kadar uzak düşse yine de senin varlığını bilmek güç verirdi bana gibi geliyor, öyle ki sen yanımda olmasan bile, seni sadece düşünmekle yetinmem gerekse dokunamasam sesini duyamasam gözlerinin içindeki o tatlı gülüşü göremesem bile, öpemesem, sarılamasam, sevişemesem bile, nefesini ve kalbini hissedemesem bile bunları düşünmek, o anda ve daha sonraki anlarda var olmasan da geçmişte bir yerde ve zamanda var olmuş olduğunu bilmek, hatırlamak, evet hatırlamak ve hayatta kalmanın tek amacı ve nedeni bu hatırlayışmış gibi sahip çıkmak belleğime, dev bir mozaiği sil baştan kurarcasına tek tek bütün anı parçacıklarını elden geçirmek, parlatmak, gerektiğinde onarmak ve yerine koymak beni kurtarırdı, yani sürdürmemi ve sonu umutla beklememi sağlardı, geçilmesi gereken şey bir çölse, onun sonsuz labirentinde sırf seni içimde yaşatmak için kaybolmamaya çalışırdım var gücümle, güneş bilirdi gücümün kaynağının beynimde olduğunu ve acımasızca oraya saldırırdı, sonsuzluktan vazgeçip kafamın içini kaynatmaya çalışırdı, ya da zindansa atıldığım ve kurtulmak için ne kadar beklemem, dayanmam gerektiğini bilmediğim yer, kutsal bir kitabın ayetlerini harf sektirmemecesine ezberler gibi ezberlediğim, kalbime yazdığım şiirini, yani varoluşunun tamamını, bir gün duvarların ardında yüksek sesle söyleyebilmek için katlanırdım taşın soğukluğuna, taş da bilirdi bunu ve ısımı emmeye çalışırdı bedenimden ki ses tellerim bir daha onmamacasına sertleşsin, kaskatı kesilsin ve çatlayarak unufak olsun, haykıramayayım, “Yağmur!” diyemeyeyim; oysa güneşin de, taşın da bilmediği ve bilemeyeceği bir şeyi taşıyor olmak içimde rahatlatırdı beni, her şeye rağmen gülümsetirdi: artık biliyorum ki sen, silinmeyecek bir biçimde içime yerleştin, seni şu andan itibaren hiç görmesem, çölden ya da zindandan asla kurtulamasam bile seni benden hiçbir şey alamaz, koparamaz, ancak nefes alıp verişimi durdurabilirlerse engelleyebilirler her nefeste seni solumamı; gülümserdim: sevgi, en uzun cümleleri ve en büyük ayrılıkları katlanılır kılacak, paylaşılacakları paylaşılanlar adına ve onlardan aldığı güçle yeşertecek ve besleyecek kadar kök salmışsa çölün ortasında ve tüm taşları delerek, o zaman gülümsemek hak edilmiştir, doğaldır ve o sevgi kadar güzeldir."
1 note
·
View note
Quote
BİR İLİŞKİ NASIL OLMALIDIR. 1.Manifesto 1. Bir ilişki ilişmekle yetinmemelidir. Kıyıya, köşeye, ucuna veya kenarına oturmakla, oturuyormuş gibi yapmakla gemi yürütülmez. Üzerine oturulacak şey süngü bile olsa, tam anlamıyla oturmak şarttır. 2. Islak olmayan bir ilişki düşünülemez. 3. Aslında ilişki diye bir şey yoktur; her şey palavradır. İki insan ancak birbirlerine ilişmedikleri sürece birbirlerini yaşatabilir. Birlikte değişim bir ortaçağ yalanıdır. 4. Olmuyorsa olmuyor kuralı: kelek kavuna şeker serpmek kadar anlamsız bir hareket daha bulunabilir, ama bu zor olacaktır. 5. Herkesin kavun yerine ayva yemeye hakkı vardır. 6. Duvar çentiklerinin gölgesinin derin olacağı unutulmamalıdır. 7. Söylenmeyen söz ağırlaşır. 8. Herkesin kendine ait bir karanlığı olması gerektiği, tartışılmaz bir gerçektir. 9. Bir ilişkide gerçek diye bir şey yoktur. Dolayısıyla kaç kilo ettiği bilinemez. 10. Avukatlar ve polisler, sevgiyi mülkiyet kanunlarının hükmüne sokmakta başarısızlığa uğramaya mahkumdur. 11. Bedenlerin birbirine alışması söz konusudur. Bu, beyinler için de geçerlidir. Bu konuyla küçük mavi cinler ilgilenecektir. 12. Acı çektirme sanatı gün geçtikçe ilerlemektedir. Her ilişkinin amacı, bu sanatı kusursuzluğa ulaştırmak için çabalamaktır. 13. Her insanın duvarları vardır. Her duvarın gedikleri vardır. İlişkide dürüstlük, insanların birbirlerine verdiği ve bu gedikleri gösteren haritaların doğruluk derecesiyle orantılıdır. Orantı sabiti 1.7dir. 14. Duvarlara işemeyiniz. 15. Her insanın paspas olmaktan sıkılmaya hakkı vardır. 16. Beklemek erdem değil, çaresizliktir. 17. İnsan temelde yalnızdır. Üst katlar için kesin bir şey söylenemez. 18. Yalnızlık paylaşılmaz. Paylaşılırsa raconu kalmaz. 19. Erken kalkanın kahvaltıyı hazırlaması, uzun vadede bir ütopyadan ibarettir. 20. In the long run we are all alive. 21. İnsan tek başına da sıkılabiliyorsa bu becerisini geliştirmelidir. 22. Aslıda ilişki diye bir şey vardır. Her şeyin palavra olması hiçbir şeyi değiştirmez. Aşk her ilişkide bir olasılıktır. Yaşam da her ilişkide bir olasılıktır. Dolayısıyla aşkın ne olduğu bilinmemekle birlikte yaşam aşktır. Bu madde, 3. maddeyle çelişmez. 23. Diğerinin bokunu temizlemek, aşkın varlığını kanıtlamaz. Diğerinin aşkını temizlemek, bokun varlığını kanıtlar. 24. Metal yorgunluğu, uzun süre sıkılı kalan bir vidanın ya da bükülü duran bir levhanın yorulup kırılması gibi bir şeydir. Aynı paralelde ilişki yorgunluğundan söz edilebilir. 25. İlişki, il-İŞ-ki değildir. Fazla mesai ücrete tabi değildir. Görev bilincinizi götünüze sokunuz. 26. İlişkilerde eşzamanlılık olanaksızdır. Herkesin zamanı kendine göre işler. Ortada tek bir dağın olması, değişik açılardan bakıldığında değişik şeyleri görüldüğü gerçeğini değiştirmez. 27. Rüyalar, anılar kadar önemlidir. Tabiri caizdir. 28. Herkes kendi efsanesini kurmak ve yaşatmakla yükümlüdür. Ancak bireysel efsaneler var olduğunda ortak bir efsane oluşturulabilir. 29. Dil, iletişim kurmak için başvurulacak son amaçlardan biri olmalıdır. Bir çelişki gibi görünse de konuşmak şarttır. Bu, koklaşmanın ve telepatinin önemini hiçbir şekilde yadsımaz. 30. Yolların uzun ve ince olması, üzerlerinde gündüz-gece gidilmesini gerektirmez. 31. Her sonun nasıl olacağı en başından bellidir. 32. Eğer bir ilişkinin bitmesi mümkünse bitecektir. 33. Bunun birinci manifesto olması, ikinci bir manifestonun olmayacağı anlamına gelmez.
CEM AKAŞ Bir İlişki Nasıl Olmalıdır Birinci Manifesto
0 notes
Text
Gelecekten kartpostallar: İstanbul, 2064
Gabriele Boretti'nin Venedik Bienali kapsamında hazırladığı bu görseller, İstanbul'un 50 yıl sonra nasıl dev bir absürt kente dönüşebileceğini hayal ediyor.
Cem Akaş, 1997 yılında yayınlanan makalesinde insanın şehirle kurduğu ilişkiye dair kehanetlerini şöyle ifade ediyordu: “Eşiğinde kıpraştığımız yeni çağ, eğer dönüşümü başaracaksa, odağına Şehir’i alacak ve iktidarını sarsmaya yönelecektir. … Çemberin içinde şiddet, yabancılık ve korku öyle titreşecek ve titreştirecek ki insanları, Şehir’i ve kendilerini canlı sanmayı sürdürecekler. Dışarıdaysa…
View On WordPress
#cem akaş#distopik#distopya#gabriele boretti#gelecek#istanbul#kartpostallar#postcards from the future#şehir
0 notes